BiR RÜYADAN UYANMAK
Nisan ayının cıvıltısının peşine düştüm. Şimdi sen ve ben ırmağa çıkan yol boyunca ilerliyoruz. Arabanın içinden duyuyorum, kuş sesleri içimde yankılanıyor. Dingin zamanlar, seni dinliyorum, nefes alıyorum ve gülümsüyorum. Birazdan yolumuza koca bir taş çıkıyor, sen taşa küfrediyorsun seni yavaşlattığı için. Bu bir gösterge senin için günün geri kalanı da böyle sorunlarla devam edecek. Sen gökyüzündeki kara bulutlara, elindeki oltanın kırılmak üzere olmasına ve etraftaki insan sayısının artmasına kızıp duruyorsun. Kızmak için hep bir nedenin var. Ben gözlerinin içine bakıyorum beni görmen ve fark etmen için ama beni de görmüyorsun. Benim varlığım da seni rahatlatmıyor. Bu nedenle ben hep içten içe kendimi suçluyorum senin mutsuzluğuna eklemeler yaptığım için.
Nisan ayının cıvıltısının peşine düştüm. Balık mevsimi yaklaşıyor birkaç yıldır canım balık avlamak istiyor. Balık tutmaktan ziyade o yolda olmayı istiyorum. Beni engelleyen ne var hala çözemedim bir türlü eyleme geçemiyorum. Bir sürü prosedürü var balığa gitmenin üşengeçlik mi bu ya da eskinin peşine düşüp aynı tadı alamama korkusu mu bilmiyorum.
Babamla her hafta balık avlamaya giderdik ve ırmağın ucuna yerleşirdik. Saatlerce orada biz olurduk. Tüm dünya susardı. Sadece sessizliği dinlerdik. Seninle saatlerce beklerdik bazen heyecanlanıp bazen de üzülürdük. Zamanı durdururduk. O zamanlarda sadece sen ve ben olurduk.
Birkaç yıldır canım balık avlamaya gitmek istiyor. Halbuki ben balıkların can çekişmelerini izlemeye tahammül edemiyorum. Balığı yakalamak için oltanın ucuna ekmek de konulabilir ama benim babam solucan yakalardı ya da çekirge. Diri diri solucanı ikiye bölerdi sonra onu lokma diye balıklara sunardı. Hiç haberi olmadı ama benim midem bulandırdı. Sonra biz sessiz bir bekleyişe geçerdik. Oltanın ucundaki can çekişmesini beklerdik. Bana göre olan buydu da babama göre de akşam yemeğinin gururuydu. Balıklar biz doyalım diye vardı bu dünyada! Ben kurban bayramlarında da hayvanların can çekişmelerini izleyemezdim. Babamın benimle gurur duymadığını da içten içe bilirdim. Ona göre oğlu korkusuz, duygusuz ve soğuk kanlı olmalıydı. Yeri geldiğinde bir hayvanın başını da kesebilmeliydi. Şimdi bazen kan görsem düşüp bayılıyorum ve biliyorum babamın istediği gibi birisi hiçbir zaman olamadım.
Yıllar sonra her şeyden ve herkesten bu kadar uzağa düşmüşken kendi geçmişimden uzağa gidemiyordum. Neydi bu balık avına beni çağıran şey? Babam ve babamın babası, hepsi de balığa çıkmışlar ve o ırmak boyunca yürümüşler, rengarenk balıkların peşinden koşmuşlar. Bir ben miyim bu zamanları özleyen? Canımı acıtan babamın izinde hem acıtan hem eksikliği yaşanan, bu nasıl bir çelişkidir?
Oğlumla çok uzak bir ülkede onun sevdiği parkta geziyoruz. O, aynı rutinleri yaşamayı seviyor. Rutinini bozan şeylerden rahatsız oluyor. Her şeyin tanıdık gelmesi ona güven duygusu veriyor. Bu nedenle hep aynı parka geliyoruz. Parktaki yeşillik boyunca dakikalarca koşturuyor. Arkasından adıyla sesleniyorum ama oğlum dönüp bakmıyor ve bu canımı çok acıtıyor. Ben oğluma hiç kızmıyorum, bağırmıyorum. Babam o kadar çok kızdı o kadar çok öfkelendi ki bütün limitleri tüketti. Bana bir şey kalmadı. Ben oğluma kızsam ne olacak ki oğlum bunu anlayacak mı bilmiyorum. Oğlum da benim babamı özlediğim gibi beni özleyecek mi acaba? Hangi anın içine sığınacak? O da beni parklarda mı arayacak?
Şimdi biz üç kuşak koşuyoruz. Neye doğru kime doğru olduğunu bilmeden. Rüyalarımıza kırmızı, sarı, turuncu, mor rengarenk balıklar giriyor. O balıklar bizi hem rahatsız ediyor hem de onları yakalama isteğimiz hiç bitmiyor. İki dünya arasında sıkışan ruhlar gibi nereye ait olduğumuzu bilmeden, keşke uyuyabilsek diyoruz.
Şimdi ben rüyamda her defasında babamı tek başına balığa giderken görüyorum. Biraz daha yakından bakınca oltanın ucunda çırpınan kendi bedenimi fark ediyorum. Yaşlı, çelimsiz, içi geçmiş, dışarıdan rengarenk gibi görünse de içinde koca bir boşluk taşıyan, kan çanağı gözlerimden tanıyorum kendimi ve korkuyla rüyadan uyanıyorum.